Dinemez Yankısı Mahşerde Bile…
Sadece bir yol açmanın değil, ardında bir çığır açmış olmanın hazzını bıraktı bizlere. Bilmezler önden gitmenin zorluğunu önden gitmeyenler. Önden giden feraset gözetmelidir, sıkıntı ve yokluğa göğüs germelidir, önce kendi kardeşlerini yola çıkmaya ikna etmelidir. Ardından gelenlerin bu manada işi daha kolaydır. Hudutları belirlenmiş, yola koyulmuş bir kervana dâhil olmaktır tek yapması gereken. Yol açmak mühim bir husustur açılmış güzel bir yolda revan olmak da güzel. Kutlu bir yolun kardeşliğinin bereketini de zırhlanan “Yedi Güzel Adam”ın ağabeyi Kurucu Genel Başkanımız Mehmet Akif İnan, 6 Ocak 2000’de dar-ı bekaya göç eylemişti. Bugün ardında kutlu bir yol ve bu yolda kardeşlik eden milyonlar bıraktı bizlere. Özü insan olan, davası Haktan yana durmak hesabında, İslam’ın erdemiyle taşları döşenmiş bir yol bıraktı biz geriden gelenlere.
Bir hayali kuşanmışlardı, bir öğretmen olarak nesillerin toplumumuzun rengiyle boyanmasını kendilerine hülya edinmişlerdi. Bir arada durmanın gücüne, sihrine güveniyorlardı. Bu hayal gecelerini gündüzlerini bir kandil gibi durmaksızın aydınlatıyordu. Bir hedefe kilitlenme hali, bir gayeye adanmışlık ahvali.
Bir uyku bölmezse anılarımı
Korkarım çıldırtır bu hayal beni
Her şey bir adımdaydı. Her şey üzerinde oturduğumuz hazine sandığının bir nefesle üzerindeki tozdan arındırılmasıydı. Yani aslında tüm güzellikler bir “Hüff” kadar yakındı. Dünyaya ait olmanın esaretini, sonsuzluğa bağlı olmanın özgürlüğünü yaşamak için sadece kafesin zincirlerinden kurtulmak gerekliydi. Akif İnan, 20. Asırda zincirleri kıran adamdı, Tüm boyunduruklarla kavgasını âleme ilan eden bir kahraman.
Bir adım atarsak kafes kırılır
Belki birden erir zincirlerimiz
İçinden geldiğimiz gelenek post modern dünya görüşüyle taban tabana zıt biçimde hüznü kutsuyor ve ölümü arzulanan bir varlık olarak görüyor. Ölüm güzel şeydi, ıstırap çekmek, çileye talip olmak güzel. Önden gidenler çileye talip olurlar. Onlar gül devrini görmenin derdinde olmadılar. Akif İnan da çilesi yaşanmayan bir davanın sinelerde makes bulmayacağının bilincindeydi. Istırap bizim kültürümüzde var olduğunun, varlığın ispatıydı. Dört unsurun yaratılış hilkatini içinde saklayan insan ıstırap duyarak olgunluğa ulaşabilirdi. Istırap yoksa insan olma keyfiyeti de zayıflayacaktı. Bu çağın lezzetli keyiflerine, zehrine karşı durabilmenin gücü acılara gark olmak, acı kuşanmaktı. Tüm eserlerine sinmiş bir ıstırap hali vardır. Dilinde bitmeyen bir ıslıktır ölüm türküsü ve ıstırap terennümleri.
Istırap varoluş şartımız oldu
Esef etme yasım karaymış diye
Acılar umudu buldurur bize
Bir zırha büründüm bu çağa karşı
Modern Türk aydının Batıya olan yol ve yolculuk hevesine karşın 20. Asrın modern
dervişleri yitiği kaybettikleri yerde arama ferasetindeydiler. Akif İnan da biliyordu ki Batı
başka bir halin toplumuydu ve bizim değerlerimizle örtüşük bir bilinçte değillerdi. Belki
toplumun tüm kesimlerinde Batı deyince modern teknoloji geliyordu akla fakat 20. Asır
Türk aydınlarının Batı diye bize dayattıkları bizi kendi köklerimizden koparma gayretinden
başka bir şey değildi. Bir önden giden yiğit olarak Bizim aydınımız olarak bize ait bir
gelecek tasavvuru kurdular. Bizim yaşam felsefemizi dirilttiler. Kendi köklerimiz üzerinde
yüceleceğiz, kendimize ait ne varsa yücelteceğiz, öze döneceğiz, kaybettiğimiz ne yitiğimiz
arayıp bulacağız.
Anamı sorarsan büyük doğudur
Batı ki sırtımda paslı bıçaktır
Çağı kurtarmanın bir eylemidir
Çağ dışı görünen ilgimiz bizim
Bir umut halidir bizim kuşandığımız, daima hayatı bir umut penceresinden seyrederiz. Yese
düşmeyiz, çaresizliğin bıçağında can vermeyiz. Her şey için Allah vardır ve daima elde var
birdir. En tükendiğimiz halde dahi misal Çanakkale’de ne yazmıştık silahımızın üzerine
“Allah bizimledir”. Bu çağın insanımıza üflediği vesveseden kurtulduğumuzda yine kutlu bir
nesil eliyle her şey eskimeyen günlerdeki gibi olacaktır. Akif İnan, ardından gelecek
nesillerin bir şafağa, bir muştuya teşne oldukları inancındaydı ve pek yakın bir şafağın
gayretindeydi.
Gel kurut bu çağın kargaşasını
Seninle beklenen şimdi şafaktır
Doğ ey güneş erit taştan adamı
Ve kurut taşları diken elleri.
Bütün hayatı boyunca ait olduğu yere gitmenin arzusundaydı. Ölüm korkulacak bir
mevhum değildi. Ölüm bitmek değil, yeniden doğmaktı hem de bu sefer ölümsüz olarak.
Öldün bir daha ölmeyeceksin. Yaslasam gövdemi karlı dağlara, sonsuz bir uykuya
kavuşsam bir gün. Bir ömür aradığı sevgiliye 60 yaşında kavuştu. Bir yar-i baki arıyordu,
bütün hayatınca aradığı buydu. Kavuşma arzusuyla yandığı bu sevgili onu en sevdiği
şehirde, doğduğu şehir Hz. İbrahim’in şehri Urfa’da kucakladı.
Bitirip şu kara kuru ekmeği
Göç etsem diyorum yar ellerine.
Kurucu Genel Başkanımız Akif İnan, kutlu bir kervanın 20. Asırda seçilmiş bir kervancı
başıydı. Kervanı kaybolduğu çöllerde yeniden menziline çağıran bir münadiydi. 1400 yıl
öncesinin kutlu çağrısını yineleyen bir taze nefes. Tüm insanları dirilmeye davet eden bir
hekim, köklerinde dirilmeye davet eden bir öğretmendi. Yunus’un dilinden söylenenleri
tekrar eden bir büyük şair, Mevlana’nın dilini tercüme eden bir mütefekkirdi. Bizler bugün
onun açtığı yolda bu ulu gayeye yolculuktayız. Birbirinden ayrılmaz bir bedenin uzuvları
gibi.
Seninle ilgimiz bir heves değil
İyi bil neyimsin benim, nenim ben
Yol açan insanların kaderidir devrinde ve çağdaşları tarafından iyi anlaşılamamak. Onlar en büyük melekesi düşünmek olan insanı “düşünmez misiniz” diye yeniden düşünmeye çağırırlar. Bu büyük bir yol ve büyük bir yolculuktur. Bu kervan mahşere kadar yol alacak ve hedefine ulaşacaktır. Bu kervana yolculuğunda katılanlar daha sonra ölüm onları çağırınca ayrılırlar, kervan yeni yolcularla yoluna devam eder. Bu kervana güç katmış, yolun yolculuğun hakkını vermiş, ardında milyonlarca yolcu bırakmış Kurucu Genel Başkanımız Mehmet Akif İnan’ın rıhletinin sene-yi devriyesinde rahmetle anıyorum. Biz ondan razı olduk dilerim Rabbimiz de ondan razı olur.
Sen attın bilmeden kuyuya taşı
Dinemez yankısı mahşerde bile
YÜKSEL HAŞLAK
EĞİTİM-BİR-SEN
ANKARA 1 NO.LU ŞUBE BAŞKANI